Saturday, June 30, 2007

KISA KISA # 2: Losa


doğum yeri: Teksas, Amerika
doğum tarihi: 2002
kim kimdir: Chris Ramirez (gitar), Kory Koch(gitar), Michael Hall(vokal), Joshua Urista(bas), David Hall(davul)
hangi albümü dinlemeli: The Perfect Moment (metal blade, 2005)
hangi şarkıyı download etmeli: The Beginning
tam senlik: Dillinger Escape Plan, Strappin Young Lad, Tool dinliyorsan.

Bazı gruplar önlerine sunulan müzikal sınırları aşmak için yapabilecekleri herşeyi yaparlar. Losa da böylesi gruplardan. Konserlerde satmak için kaydettikleri 4 şarkılık demoları Metal Blade'in ilgisini çekene kadar Amerikan underground piyasasındaki yetenekli ama henüz keşfedilmemiş gruplardan biriydiler. MB'nin desteğini arkalarına alarak kaydettikleri The Perfect Moment ile modern metalin yoğun kuşatması altında kalan metal piyasasında kalıcı olmaya niyetliler. Konserlerdeki enerjilerini kayda geçirebilmeyi amaçlayarak hazırladıkları albümleri The Perfect Moment'ı, Dillinger Escape Plan ve Converge gibi math-core olayının piri iki grupla da çalışmış olan Alan Douches gözetiminde kaydetmişler. Güçlü soundları, agresif gitar riffleri ve gümbür gümbür davullarıyla, hardcore'u, klasik metali ve zaman zaman da cazı birleştiren Losa, bu yıl içinde göze en fazla batan gruplardan biri.

KISA KISA # 1: Audrey Horne

doğum yeri: Bergen, Norveç
doğum tarihi: 2002
kim kimdir: Toschie Roed (vokal), Arve Squanky (gitar), Thomas (gitar), Herbrand Larssen (klavye), Tom Tofthagen(bas), Kjetil Greve(davul)
hangi albümü dinlemeli: No Hay Banda (candlelight, 2005)
hangi şarkıyı download etmeli: Get A Rope veya Bleed
tam senlik: eğer HIM, My Chemical Romance, Faith No More dinliyorsan.


2,5 yıl önce Gorgoroth'un basçısı Tom Cato Visnes(nam-ı diğer King Ov Hell) ve Enslaved gitaristi Arve Squanky tarafından kurulan grup, melodik müzikleri, gotik hal, tavır ve şarkı sözleri ile Norveç'in yeni gözdelerinden biri. Kendini tekrarlayan Gotik-Metal sahnesine taze bir kan getirebilecek üç-beş yeni gruptan biri Audrey Horne (isim David Lynch'in meşhur TV dizisi Twin Peaks'den alınma). Akılda kalıcı nakarat melodilerini, Amerikan gotik punk gruplarına yakın duran vokaller ve soğuk kuzey Avrupa depresifliğiyle(ve hatta intihar eğilimli halet-i ruhiyeleriyle) birleştiren grup, bir süredir iyice alıştığımız rotasında seyreden Gotik metal piyasasının bir kaç yıl sonrasında nasıl bir hal alcağının ilk sinyallerini veriyor. Candystore şarkılarında dedikleri gibi: "eğer zehrinizi kendiniz seçecekseniz, iyi bir seçim yapın"

PARADISE LOST - Paradise Lost [2005]

Paradise Lost
Paradise Lost [2005]
Gun Records

Paradise Lost, 1990'da çıkarttıkları "Lost Paradise" albümünden bu yana kariyerlerinde pek çok iniş ve çıkışı yaşadı. Gothic albümleri vesilesiyle Gothic/Doom metalin isim babası oldular. Sonra yavaş yavaş müzikleri daha melodik fakat daha az sert bir hale dönüştü. Icon ile yakaladıkları melankolik ama bir o kadar da metalik kıvamı, Draconian Times ile daha da rafine hale getirdiler. Ardından çıkan One Second ile kullandıkları elektronik elementler ve Nick Holmes'un brutal vokallerden vazgeçmesi sayesinde Gothic Metal tanımını bugünkü anlamıyla ortaya koyan ilk grup oldular. Çok eleştirildiler ama albüm satışlarının yüksekliği sayesinde EMI ile anlaştılar. Albümün çıkışını takip eden yıllar içerisinde pek çok grup Paradise Lost'un One Second'da kullandığı şarkı formunu birebir kopyalayarak büyük ticari başarılar elde etti, ama nedense Paradise Lost adı her zaman "davayı satan, techno yapan grup" olarak kaldı. EMI için çıkardıkları Host albümünün kimsenin denemeye cesaret edemeyeceği "minimum gitar maksimum elektronika" formülüyle ise herkesi dumur ettiler. Ardından gelen Believe In Nothing ile tekrar gotik metal sularına yelken açan grup, 2002 albümleri Symbol Of Life ile bendenizde dahil olmak üzere pek çok hayranının yüreğine su serpti ve o tanıdığımız, sevdiğimiz Paradise Lost stiline dönüşün sinyallerini iyice verdi. 2005 albümleri Paradise Lost ise grubun bir tam daireyi tamamlayarak deneysel/elektronik ağırlıklı döneminin öncesine yani Draconian Times/One Second zamanlarına tekrar döndüğünün esaslı bir kanıtı. Paradise Lost albümü sanki One Second sonrası çıkması planlanan ama bir şekilde rafa kaldırılan bir yapıt gibi geldi bana. İyi besteler, akılda kalıcı nakaratlar, Greg Mackintosh'un kendine özgü gitar melodileri ve yeni davulcuları Jeff Singer'ın oldukça metalik davulları (her ne kadar elektronik ritimlerle desteklenmiş olsa da) albümü Paradise Lost'un uzun zamandır çıkardığı en iyi iş haline getiriyor. İlk single Forever After'ın (Nick Holmes'un kendine özgü vokali ve HIM'in Join Me In Death gibi şarkılarında kullanmaktan çekinmediği klavye stili sayesinde) zihninize kazınan melodisi, duygusallığıyla öne çıkan Don't belong, farklı gitar riffleri ve albümün gizli hiti kimliğiyle Grey, sanki Draconian Times'ın kayıtlarında bir kenara ayrılmış, bu albüme kadar saklanmış gibi tınlayan Sun Fading, Paradise Lost'un dinler dinlemez aklımda kalan şarkıları oldu. Rhys Fulber'in pırıl pırıl prodüksiyonu, şimdiye kadar prodüksiyon konusunda hiç falso vermeyen grubun bu albümünü de dinlemeyi müthiş keyifli hale getirmiş. Bir albüm kritiğinden çok grup tarihçesi gibi oldu farkındayım, ama Paradise Lost'un hakkının çok fazla yendiğini düşünüyorum. Bu yüzden böylesi bir kritik yazmak istedim. Şu andaki gotik metal piyasasında prim yapan grupların neredeyse hepsi bir şekilde Paradise Lost'un açtığı patikadan ilerliyorken, türü adam eden bu grubun hakkının verilmesi gerektiğini düşünüyorum.
[9]

Saturday, June 9, 2007

NIGHTRAGE - Descent Into Chaos [2005]

Nightrage
Descent Into Chaos [2005]
Century Media

İlk albümleri Sweet Vengeance ile yine bendeniz tarafından kritik edilme şerefine(!) nail olan Nightrage, 21 Şubat'ta çıkan ikinci yapıtları Descent into Chaos ile tekrar ortamlara akıyor. Grubun kurucusu Marios Illiopoulos, geçen albümde olduğu gibi bu sefer de yanından, At The Gates efsanesinin sesi Tomas Lindberg'i ve yeni binyılın en göze çarpan gitaristlerinden Guıs G.'yi eksik etmiyor. Grubun davul ve bas işlerini bu albümde Sceptic Flesh'den Fotis Bernado (ki davul tonuna ve işçiliğine mutlaka kulak kabartmalısınız) ve Henric Karlsson devralıyor. Nightrage ilk albümde agresif melodik death olarak adlandırabileceğimiz müziğiyle ve kadrosuyla epey ilgi çekmişti. İkinci albümde türlerini daha az melodik bir yöne kaydırmışlar. İlk albümde Evergrey'in Tom Englund'unun üstlendiği "clean" vokaller bu sefer kendilerine yer bulamamışlar. Tek melodik ve "temiz" vokalli şarkı Frozen. Onda da Dark Tranquillity'den Mikael Stanne konuk olmuş Nightrage'e. Gus G.'nin neredeyse hard-rock standartlarına uygun gitar soloları, yerini daha metalik, thrash usulü sololara bırakmış. Şarkı yapılarında da bahsettiğim "thrashy" hava daha baskınlaşmış. Tomas Lindberg'in vokalleri şimdiye kadar alışık olduğunuz "doğal brütal" hissiyatından hiç bir şey kaybetmemiş. Lindberg'in çoğu brütal vokaliste hissedemediğimiz doğal agresifliği Nightrage'in yine en ilgi çekici yanlarından biri. Klavye ve elektronik sample'lara boğulmamış melodik death seven herkese tavsiye etmekten geri duramayacağım bir albüm Descent Into Chaos. Meşhur Stüdyo Fredman'da kaydedilen albüm Sweet Vengeance'da da olduğu gibi çok oturaklı bir prodüksiyona sahip. Sertlik yerinde, melodiler kıvamında, riffler güzel, vokaller "hasta", kapak tasarımı rahatsız edici, e gönül bir ekstrem metal albümünden daha ne ister ki?
[8]

MASTERPLAN - Aeronautics [2005]

Masterplan
Aeronautics [2005]
AFM

İyi bir grup neler ihtiva etmeli sorusuna verilebilecek cevapların neredeyse tamamına sahip bir grup Masterplan. İlk albümleriyle 2003 yılının en önemli yapıtlarından birine imza atmışlardı, şimdi sıra 2005 yılına damgalarını vurmaya gelmiş anlaşılan. Aeronautics, ilk Masterplan albümünü dinleyen ve seven herkesi tatmin edecek. İlk albümle benzer yanların çok olması şaşılacak bir şey değil elbette ama bu benzerliklerin kendilerini tekrarladıkları anlamına gelmediğini vurgulamakta fayda var. Aeronautics, her şeyden önce çok daha bütünlüklü bir albüm, grupta tüm parçaların yerli yerine tam oturduğunun bir nevi ispatı albümün verdiği bu bütünlük duygusu. İlk single "Back For My Life", Masterplan'in nereye doğru gittiğini dinleyiciye açıkça gösteriyor; hafif progresif dokunuşlar, eskiye oranla daha Hard Rock-vari nakarat melodileri ve kendini her şarkıda göstermekten çekinmeyen klavyeler. Sıradan power metal numaralarından ağır ağır uzaklaşarak kendi özgün soundlarına doğru yol alıyor grup bu albümle. Jorn Lande her geçen gün vokal performansını daha da ileriye götürüyor. Dünyanın en iyi vokalistlerinden biri olarak anılmaya iyice niyetli sanırım kendisi. Rolan Grapow ve Uli Kusch yine Helloween severleri "ah keşke gruptan ayrılmasalardı" dedirtecek bir iş çıkarmış. Hatta bence Grapow kariyerinin en iyi sololarını bu albüme saklamış. Axel Mackenrott, ilk albüme göre çok daha ön plana çıkan klavye partisyonları sayesinde bestelerin melodi yükünü Grapow ile birlikte sırtlayıp götürüyor. Şarkı sözleri de ilk albüme göre epey kişiselleşmiş, kalp ile ilgili mevzulara daha çok takılır hale gelmiş, bu nedenle de Masterplan müziği bana Hard-Rock standartlarına daha yakın durmaya başlamış gibi geliyor. Neyse efendim uzun lafın kısası, bir solukta baştan sona kendini dinleten, iyi melodik metal besteleri nasıl yapılır ders kitaplarının ilk ünitelerinden biri olmaya aday bir albüm. Mutlaka bir şekilde dinlenmeli, edinilmeli.
[8]

DARK TRANQUILLITY - Character [2005]

Dark Tranquillity
Character [2005]
Century Media

Dark Tranquillity, İsveç usulü death metal denince akla ilk gelen grupların belki de en tutarlı işler yapanı. Ne dağılıp hayranlarını ortada bıraktılar ne müzikal gelişim uğruna kendilerini tanınmaz hale getirdiler, ne de kendilerini birebir tekrarladılar. Damage Done gibi grubun kariyerinin pek çok mihenk taşını bir araya getirmeye çalışan bir albümün ardından şimdi de Character gibi aynı niyeti daha da ileriye taşıyan bir albüm var elimizde. New Build gibi hızlı, melodik, ve grubun alamet-i farikası klavye partisyonlarını içeren bir şarkıyla açılıyor albüm. Daha ilk dakikalardan grubun isterse hala nasıl sert ama bir o kadar da melodik şarkılar yazabileceğini görüyorsunuz. Aynı tat, Through The Smudged Lenses, ve One Thought gibi şarkılarda da devam ediyor. Gallery ve Mind's Eye günlerini özleyenleri tatmin edecek şarkılar bu bahsettiklerim. Bu şarkıların yanında Out Of Nothing, Lost To Apathy ve Endless Feed gibi grubun daha melodik, daha akılda kalıcı ve daha elektronik yüzünün ağır bastığı şarkılarla da son dönem albümleriyle grubu sevenlere selam çakıyor DT tayfası. Mikael Stanne, melodik brutal vokal yapma konusunda bence piyasanın en iyilerinden, bir an çok duygusal, başka bir an ise fena halde saldırgan olabiliyor sesiyle yaptığı oyunlar sayesinde. Henriksson/Sundin ikilisinin gitar riffleri ve nereden çıkacağı belli olmayan melodileri albümü sürprizlerle dolu hale getiriyor. Özellikle albümün en "pop" şarkısı Lost To Apathy'de öyle gitar melodileri var ki, şarkı siz isteseniz de istemeseniz de aklınızdan çıkmıyor. Elektronik yapılar uzun zamandır olduğu gibi yine DT müziğnin başrol oyuncularından biri. Ama açıkçası onlar kadar bu işi iyi becerebilen başka çok az grup var piyasada. Şarkı yapıları üzerinde çok kafa patlatılmış, her ayrıntı ince ince düşünülmüş, dişlileri yerli yerine oturtmak için epey mesai harcanmış bir albüm Character. Her dinleyişte yeni ayrıntılar keşfedeceğiniz albümlerden biriyle 2005'e çok hızlı giriyor Dark Tranquillity. Yılın en iyi albümlerinden biri şüphesiz.
[9]

Friday, June 8, 2007

WALLS OF JERICHO - All Hail The Dead [2004]

Walls Of Jericho
All Hail The Dead [2004]
Trustkill

İnsan Walls Of Jericho adını duyunca Stormwarrior gibi Helloween'in ilk albümü üzerinden müzik yapmaya çalışan bir grup dinleyeceğini sanıyor. Ama bu Walls Of Jericho, o Walls Of Jericho değil! White Stripes patlamasıyla rock dünyasının kendi halindeki şehri Detroit bir anda garaj rockın başkenti haline geldi. Lakin şehirde olan biten sadece garaj rockla sınırlı kalmıyor(muş). Bunun iyi bir göstergesi; sapına kadar hardcore, hem de en oldschool'undan son zamanların gözdesi modern metalcore'a kadar geniş bir alana yayılan agresif müzikleriyle, Walls Of Jericho. Candace Kucsulian, grubun en göze çarpan elemanı. Güzel bir hanımefendi olmasının yanısıra kendisi, brutal vokal ve sert görünüm(dövmesever bir insan Candace) konusunda ilgiye mazhar. Her türlü core müziğin adam gibi örneklerini basmasıyla takdir toplayan Trustkill Rec. tan çıkan albüm Avrupa metali etkisi altında kalmamayı başaran ama modern metalin tadlarından da ufak tefek nasibini almış. Üzerinde hiçbir şekilde üzerinde piyasaya uygunlaştırma çalışması yapılmamış prodüksiyonuyla (taviz vermez de diyebiliriz) ve ara ara hardcore için olmazsa olmaz punkie partisyonlarıyla, All Hail The Dead tam bir enerji küpü, tv reklamı tadında bir son laf etmek gerekirse Walls Of Jericho kanatlandırır!
[7]

UNEARTH - The Oncoming Storm [2004]

Unearth
The Uncoming Storm [2004]
Metal Blade

New Wave Of American Heavy Metal adı altında sınıflandırılan bir dizi grup şu sıralar sert müzik camiasının yeni gözdeleri arasında. Chimaira, Killswitch Engage, Shadows Fall ve God Forbid gibi grupların başı çektiği bu yeni akım Avrupalı melodik metalle, Amerikan hardcore'unun içiçe geçmesiyle ortaya çıkıyor. Aslında metalcore olarak adlandırıp geçilebilir ama her türlü pazarlama stratejisinin mübah olduğu müzik piyasasında NWOAHM gibi afilli bir isim herkesin kulağına hoş geliyor. Unearth, mevzu bahis yönelimin en esaslı gruplarından biri. Eulogy'den çıkan bir EP ve bir albüm sonrası trendden payını almaya niyetlenen Metal Blade tarafından renklerine bağlandı. Oncoming Storm, grubun yeni şirket ve yeni dahil olacağı pazarlar için ilk ürünü. Unearth açıkçası, yukarıda bahsettiğim grupların pek çoğundan daha sert müzik yapıyor olmalarının yanısıra gerçekten iyi şarkılar yazabiliyor olmalarıyla beni oldukça şaşırttı. Şarkı formları prodüktör Adam Dutkiewitz (Killswitch'in gitaristi ve asri zamanların yeni gitar idolü olduğu iddia edilen adam) vesilesiyle Chimaira ve Killswitch'i andırıyor. Aynı zamanda Pantera'nın ruhunu da hissetmek mümkün. Ve tabiki esas ilham kaynakları olduğunu düşündüğüm In Flames ve Arch Enemy-sel lead gitar melodileri de kulağınıza hemen çarpıyor. Black Hearts Reign, Zombie Attack ve The Great Dividers'ın riff yapıları Avrupalıyım ben diye bağırıyor. Ama sound olarak çok daha agresifler. Şarkı sözleri ise hardcore mantığı çerçevesinin dışına çıkmamaya özen gösteriyor. Metal Blade, Unearth'ü himayesine almakla çok zekice bir iş yapmış. Grup gerçekten çok sağlam temeller üzerine oturmuş müziğiyle şu sıralar hemen hemen tüm dergilerde adlarından övgüyle söz ettiriyor. Metalcore sevenleri, ama aynı zamanda kulakları dünyaya kapalı olmayn melodik death/thrash sevenleri de fazlasıyla mutlu edecek bir albüm "Oncoming Storm".
[8]

SOIL - Redefine [2004]

Soil
Redefine [2004]
J/BMG

Nu-Metal'in son demlerini yaşadığı şu günlerde türe, kolaycılığa kaçarak dahil edilen gruplar bir bir yeni albümler çıkarıyorlar. Ve elmalarla armutların aynı kefeye koyulduğunu tek tek ispatlıyorlar. Chicago çıkışlı Soil de mevzu bahis gruplardan biri. Köklerini safkan metalden alan, dalları stoner atraksiyonlara, seattle'ın medar-ı iftarı Alice In Chains'e, kıymeti en az bilinen grupların önde gideni White Zombie'ye kadar uzanan müzikleriyle grup, yakın gelecekte adlarını şampiyonlar liginde(!) sık sık duyuracak gibi görünüyor. Redefine, her saniyesi ince ince düşünülmüş çok akıllıca hazırlanmış bir albüm, boş şarkı yok desem yeridir. Prodüktörlüğünü üstlenen Johnny K'nın adını bu aralar epey duyuyoruz daha da duymaya devam edeceğiz sanırım. Önceki albüm "Scars" ı dinleyen ve sevenler yeni albümle grubun kendine has tınısını kaybetmeden işi epey ilerlettiklerini görecekler. Aynı anda hem çok akılda kalıcı şarkılar yapıp hem de modern sert rock soundunu dozunda kullanmayı becerebilmeleri bile bu albümü edinmek için yeterli bir sebep. Ryan McCombs'un dolu dolu kullandığı sesi grubun da farkında olduğu üzere en önemli kozları. McCombs üstüne oynamaktan çekinmemişler albüm boyunca. Geneli itibarıyla vokal tabanlı bir müzikleri olduğunu söylemeliyim. Kapanıştaki Obsession albümün hem en farklı ve en iyi şarkılarından biri hem de vokal konusunda bahsettiğim seylerin en can alıcı olduğu partisyonlara sahip. Uzun lafın kısası, Soil iyi bir grup, Re-de-fine gayet şık bir albüm dinlemekte en azından modern metalin nerelerde olduğunu anlamak için ufak dozlarda da olsa almakta fayda var.
[8]

SLIPKNOT - Vol. 3: The Subliminal Verses [2004]

Slipknot
Vol. 3: The Subliminal Verses [2004]
Roadrunner Records

Vol 3, slipknot'ın sıradışı -hatta bazılarımız için katlanılması zor- imajlarına tav olan, ilk gençlik isyanlarını dillendirebilecekleri "halk düşmanı" potansiyeline sahip bir grup olduklarını düşünen hayranlarından uzaklaşmak istediğini( ya da onları grupla beraber büyümeye çağırmalarını) yansıtıyor. Bir solukta dinlenen, sapkın bir nefret/sinir dışavurumu silsilesi iki albümden sonra, daha ayakları yere basan, durup düşündürecek, müzikal anlamda yeni kapılardan geçmeyi, daha adam yerine konmayı isteyen bir grubun ticari hüsranı göze alarak kotardıkları bir nevi manifesto demek yanlış olmaz gibi geliyor Slipknot'ın 2004 albümü için. İlk albümdeki Ross Robinson (bu yıl kendini The Cure'a adadı sanırım) yerine prodüktör koltuğuna oturan Rick Rubin'in bu tavırda/istekte oldukça etkisi olmuş. Iowa sonrası Murderdolls, Stone Sour gibi yan gruplarla ilgilenen elemanların farklı bakış açıları kazandıkları söylemek yanlış olmaz. Tez konusu olabilecek ticari başarının getirdiği rahatlıkta, grubun kendi istedikleri müziği yapma güdüleri rahatça ortaya koymalarını sağlamış. Slipknot'ı Slipknot yapan tüm atraksiyonları barındıran The Blister Exists, Three Nil, Opium Of The People gibi şarkılarda yine Slayer, Anthrax ve Machine Head etkilerini duymak mümkün. Joey Jordison'un son yılların en iyi davulcularından biri olduğunu bu noktada hatırlatmakta fayda var. Albümün başta bahsettiğim farklılaşma isteğinin delilleri ise özellikle intro Prelude 3.0, Circle, Vermillion ve Virus Of Life şarkılarında. Circle açıkçası Slipknot'tan bekleyeceğim en son şarkılardan biri. Akustik gitarlar, yaylılar, ses deneyleri bunlar o "maskeli adamlardan" mı çıkıyor dedirtiyor. Son zamanlarda bol bol Radiohead dinlemişler anlaşılan. Zamane metali artık iyice kendi koyduğu kuralları bozar halde. Bunu sonucunda da gayet üst düzey işler yapmaya başladılar. Bir de şu maskeleri çıkarsalar!
[8,5]

Wednesday, June 6, 2007

QUEENSRYCHE - The Art Of Live [2004]

Queensryche
The Art Of Live [2004]
Sanctuary/EMI

Chris DeGarmo' nun konuk müzisyen sıfatıyla şarkı yazımına ve kayıtlarına katıldığı "Tribe" albümü sonrası çıktıkları turneden alınmış kayıtlardan oluşan bir konser cd'si ile Queensryche karşımıza çıkıyor. Rockİstanbul dahilinde ülkemize de gelen efsane grubun buradaki performansının aksine "Art Of Live", son albüm ağırlıklı şarkılardan oluşuyor. Eskilerden, Della Brown, The Needle Lies, Best I Can, Breaking The Silence gibi şarkılar da mevcut. Ama Tribe albümünden haz etmeyenler için bu albümü dinlemek pek keyif vermeyecektir. Esas kadro artı gitarlarda Mike Stone ile çıktıkları Dream Theater turu kayıtları bunlar. Ve bonus olarak Dream Theater ile beraber sahnede icra ettikleri iki cover şarkıyı da içeriyor. Pink Floyd'dan Comfortably Numb ve The Who'dan Won't Get Fooled Again. İki grubu beraber çalarken dinlemek gayet hoş dakikalar yaşatıyor ama albümün geri kalanı için aynı şeyleri söylemek güç. Kayıt temiz, grup tabi ki iyi çalıyor, üç şarkıdaki akustik gitarlı performansları çok özel ve başarılı ama bana gene de çok gereksiz bir "live" albümmüş gibi geldi. Sadece Queensryche meraklılarına. Ha bir de Dream Theater fanatiklerine diyelim.
[5]

MONSTER MAGNET - Monolithic Baby [2004]

Monster Magnet
Monolithic Baby [2004]
SPV

Kült olma sınırlarında dolaşan Monster Magnet, yeni plak şirketleri SPV'den ilk albümleri Monolithic Baby! de yine rock'n roll kurallarının üzerinden bir bir geçiyor. Dave Wyndorf'un ardına kadar açık algı kapıları, yetmişlerin rock'ının tüm ayrıntılarını müziğine yansıtan tavrı ve bu müziğin en iyi sahneden canlı dinlenildiğinde görkemini hissettireceğine olan inancı Monster Magnet müziğinin sınırlarını belirliyor. Albümün tamamına yayılan retro atmosfer, her zaman olduğu gibi saykedelik ve uzay rock numaraları da arkasına alıyor, hazmı zor şarkı sözleri ve gümbür gümbür gitar-davul-bas üçgeniyle birleşerek Sabbath'tan Iggy'li Stooges'a(hani mazhar alanson'un en sevdiği adamlar!!) herşeyi başlatan tüm gerçek müzisyenlere selam ediyor. Benzerlikler, çağrışımlar Wyndorf'un süzgecinden geçerek özgünleştiriliyor ve ortaya dinlemekten bıkmayı aklınıza getirmenizi mümkün olduğunca zorlaştıran Monolithic Baby çıkıyor. Grubun her şeyi gibi seçtiği coverlar da favori yıllarını yansıtıyor. Albümdeki iki cover şarkıdan biri Hawkwind'den Robert Calvert'ın solo albümü Captain Lockheed & the Starfighters'dan The Right Stuff, diğeri de Pink Floyd David Gilmour'ın ilk solo albümünden There's No Way Out of Here. Monster Magnet yine herkese hitap etmeyen ama kendini sevdirebildiği tüm dinleyicileri de takipçileri yapma gücüne sahip bir albüm ortaya koymuş. Eğer bu albümü olur da cd çalarınızda eksik etmeyecek kadar severseniz "Powertrip" ve "Dopes To Infinity" yi de edinmeye çalışın derim.
[8]

www.monstermagnet.net

LEAVE'S EYES - Lovelorn [2004]

Leave's Eyes
Lovelorn [2004]
Napalm Records

Liv Kristine, Theater Of Tragedy'yle yollarını ayırmasının ardından, eşi Alexander Krull'un desteğini ve grubunu(Atrocity) yanına alarak Leave's Eyes adlı yeni projesine start verdi. İlk ürün Atrocity'nin Atlantis albümüyle neredeyse eş zamanlı olarak elimize geçen Lovelorn albümü oldu. Prodüktörlüğünü Krull'un yaptığı çalışma, gotik sulara yelken açıyor ki zaten daha farklı bir şey olmasını da beklemek saflık olurdu sanırım. Kristine'in yumuşak, gizemli ve zaman zaman soğukluğuyla (bence) bu dünyaya ait olmadığı hissi yaratan sesi ve vokal performansı en temel enstrumanı albümün. Diğer enstrumanları Atrocity elemanlarının üstlenmiş. Mastersound stüdyolarında Krull tarafından kayda alınan Lovelorn, Atrocity'nin albümünde ve RTN festivalinde sahne de görmüş olduğumuz üzere elektronik davul kullanılarak kaydedilmiş. Albümün büyülü ve bütünlüklü yapısı içinde farkına çok da varmadığımız bir özellik ama nedense benim kulağıma fena halde battı bazı şarkılarda. Lakin böylesi bir albümde davul tonu dikkat edilecek belki de en son şey. Şarkılar tematik olarak bir bütünün parçaları olmalarının yanında müzikal olarakta birbirleriyle yakın ilişkiler içinde. Vokal melodileri ve şarkıların düzenleniş biçimleri Leave's Eyes'ı sıradanlıktan bir hayli uzaklaştırıyor. Kristine ve Krull'un karşılıklı vokal yaptıkları Ocean's Way, The Dream ve Temptation, albümün en sert, bildiğimiz anlamıyla Gotik Metale en yakın dakikaları. Norwegian Lovesong ve Into Your Light ise bence albümün en pop ama en güçlü şarkıları. Aşkın ölümsüzlüğü temasından hareketle Lovelorn'un sözsel konseptini hazırlayan Liv Kristine, hayranı olduğu Kate Bush, Björk ve Enya gibi isimlerin sert-rock soundu dahilindeki karşılığı olmaya niyetlenmiş. Şimdilik her şey yolunda görünüyor.
[8]

www.leaveseyes.de

Tuesday, June 5, 2007

ENTWINE - Dieversity [2004]

Entwine
Dieversity [2004]
Century Media

HIM'in yükşelişi, Ville Valo'nun yeni "rock star" olarak lanse edilmesi, gotik metalci grupların hepsinin iştahını kabartıyor sanırım. Hele gotik görünümlü klip güzelleri The Rasmus'un başarısı, star olma formülünü açıkça ortaya çıkarmış olacak ki Entwine da gerek dış görünüş gerekse müzkal yapıları açısından hemen bu işlere soyunuvermiş. Sert rocker imajından "tatlı-sert", odanızı posterini astığınızda annenizin "kim bu zibidiler çocuğum" demeyeceği bir faza geçmişler. İyi mi yapmışlar bunu biraz da zaman gösterecek. Ama "Dieversity" nin müzikal coğrafyasına lafı dönüp dolaştırıp getirirsek albüm, mümkün olduğunca doğru yoldan(!) sapmadan kotarılnış, tüm taşların yerine oturduğu ticari bir gotik,rock albümü. Bu anlamda takdir etmek gerekiyor. Avrupa piyasasında iş yapacağı gün gibi ortada. Tüm ticari kaygılara rağmen hala piyasa standartlarının üzerinde sertlikte oldukları için bir "In The Shadows" ları olamayacak. Albümün bence en genel sorunu, ki tür için de geçerli bu bahsettiğim, tüm nakarat düzenlemeleri birbirine fazlasıyla benziyor. Nakaratların şarkının en can alıcı kısımları olduğu böylesi bir müzik türünde bunun pek de hoş olduğunu söyleyemeyeceğim. Neyse uzun lafın kısası; "Everything For You", "Lost Within" ve sert riffleriyle "Bitter Sweet" dışında bendeniz pek haz edemedim bu albümden. Ama edenler olacaktır.
[5]

DROWNING POOL - Desensitized [2004]

Drowning Pool
Desensitized [2004]
Wind-Up

Vokalisti değişen gruplar müzik tarihi açısından hep ilginç konular olmuştur. Yeni bir ses bir grubun hayranları için alışılması, sevilmesi en zor durumlardan biri. Drowning Pool'da böyle bir ses değişimi hikayesinin kahramanı. Alışık olduğumuz gibi müzikal farklılıklar(!) değilde bu sefer ecel, grubun, tam da kirişi kırmak üzereyken, yoluna taş koydu. Dave Williams'ın ölümü tamam mı devam mı sorusunu sordurmuş Drowning Pool'a, sonuç; devam! Yeni bir vokal, yeni bir güzergah ve işte karşımızda Desensitized. Artık kendi kuyusunu kazmaya başlayan nu-metal janrına dahil edilen ilk albüm Sinner'ın ekseninden çıkan grup, yeni albümle daha sağlam bir sound ve tarzı benimsemiş. Jason Jones, sesi ve vokal tarzıyla Williams'dan epey farklı tınlıyor. Standart, R.A.T.M. sonrası hayatımıza giren patla-sakinleş-patla-tekrar sakinleş tadındaki formülden (ilk şarkı Think, eski fanları da mutlu edebilmek adına bu formüle sahip, o ayrı) uzaklaşılmış, 90'ların sert rock sound'u yerleşmiş grubun müziğine. Bir ucundan Godsmack, Disturbed gibi isimlere, bir ucundan da Black Label Society, Alice In Chains, Damageplan gibi gruplara göz kırpan Drowning Pool müziği,açıkçası ufaktan ticari tadlara açıkta olsa dinlemekten epey keyif alınacak düzeyde. Bu ay Soil'in redefine'ıyla birlikte modern sert rock dinlemek isteyenleri mutlu edecek iki albümden biri Desensitized. Bu arada grubun tur otobüsündeki ilginç bir notu size aktarmazsam içimde kalır: "Let's not kill the new guy" (aman diyim yeni adamı da öldürmeyelim!- gibi bir şey).
[7]

DIREC-T - Rus Kozmonotları [2004]

Direc-t
Rus Kozmonotları [2004]
Stüdyo On-Air

Göz yaşartıcı biçimde canlana yerli rock piyasamız, peşpeşe ilk albümlerini yayınlayan grupları iftiharla sunuyor. Yıllardır yakınılacak ilk şey olarak baş tacı yapılan Türkiye'de rock müzik kaydedecek adam yok öngörüsü de ufak ufak akıllardan silinmeye başladı. Gerçekten iyi kayıt alabilen insanlardan biri Kurban'dan tanıdığımız Deniz Yılmaz. Kendi grubunun "Sert" albümünde çok iyi bir iş çıkarmıştı. Becerisini Direc-t için de esirgememiş. Eli yüzü düzgün bir prodüksiyon Rus Kozmonotları. Üç kişilik grubumuz Seattle sonrası alternatif rock kültürünün içerisinden geliyor anladığım kadarıyla. Frontman olarak Bilge ülkemizde sık sık rastlayamayacağımız bir kişilik. Sesini şekliden şekile sokabilmesi ve biri hariç tüm bestelerin altında imzası olması sayesinde grubun en göze batan elemanı (saçları ve şapkalarını saymazsak tabi). Şarkı sözlerinin tamamına yayılan aşk teması grubun mentalitesini de açıklıyor bizlere. Alt-rock etrafında dönen Direc-t müziğinin içinde 70'lerin glamini, brit-rock etkilerini, rock'n roll'u ve Türkiyeli tatları duyabiliyorsunuz. Eğlenceli, gelecek vaad eden, "niye gittin"de olduğu gibi yeri geldiğinde tatlı tatlı deneysel takılan(!), müzik yapmaktan zevk aldığını belli eden bir grup Direc-t. Bu arada özene bezene hazırlanmış kolajlı, ilustrasyonlu(umarım doğru yazmışımdır) kapak tasarımı fikri de gayet başarılı. Lakin gene de bir çift laf etmek isterim. Fiyat etiketini cd kutusu yerine kitapçığa yapıştırmak belki bir zorunluluktu ama gene de başka bir çözüm bulunabilirdi. Kapağın iç kısmındaki kolajın üzerine şarkı sözlerini yazmak güzel bir fikir ama siyah renk, sözlerin ve prodüksiyon bilgilerinin okunmasını fena halde zorlaştırmış. Neyse, kapakla ilgili derdimi de zikrettiğime göre artık çekiliyorum. Son söz: kayıtsız kalmayın yeni gruplara, satın alın ve dinleyin, hakkında konuşun ve eleştirin, bu ülkenin rock müziğinden bir şeyler olmasını bekliyorsanız dinleyici olarakta bazı yapılması zorunlu işler olduğunu unutmayın. (ders bitmiştir arkadaşlar diyeceğimi sandım bir an ben bile, neyse umarım anlatmışımdır derdimi).
[7]

Monday, June 4, 2007

BRIDES OF DESTRUCTION - Here Come The Brides [2004]

Brides Of Destruction
Here Come The Brides [2004]
Mayan/Sanctuary

Mötley Crüe'nün yaratıcı gücü, ölümden dönebilme yetisine sahip has Rock Star Nikki Sixx'in, Los Angeles rock ortamlarından pek sevgili dostu Tracii Guns ile kurduğu yeni grubu(proje falan değil diyor kendisi) Brides Of Destruction punk, mainstream rock, glam ve parti rock birleşimi bir müzik yapıyor. Aslında birleşimden çok, bir şarkı glam, bir şarkı radyo-dostu ballad, bir şarkı taviz vermez punk şeklinde dizilmiş albüme. Grubun müziğinin esas hareket noktası eğlenmek ve iyi vakit geçirmek. Kendileri bu şarkıları kaydederken çok eğlenmişler bizlerden de dinlerken eğlenmemizi bekliyorlar. Grubu ilk kurduklarında adlarının Cockstar olamasına karar vermişler lakin malum sebeplerden Brides Of Destruction'a çevirmişler. Albüm bir geyik muhabbetiyle başlıyor ardından ilk single Shut The Fuck Up başlıyor. Muhabbet, geyik film "Dude, where is my car" ı bilen dinleyiciler için gayet eğlenceli. Şarkı da punk sevenler için oldukça eğlenceli. Albümün geri kalanında I Got A Gun ve 2x Dead gibi mid tempolu sert-rock şarkıları ve Natural Born Killer glam köklerine göz kırpan şarkıları duymak mümkün. "Her comes..."ın bendenize göre en iyi iki parçası ise müthiş giriş kısmıyla Revolution ve güpgüzel solosuyla (azıcık tanıdık geliyor solo ama olsun) Only Gets So Far. Vokal görevini üstlenen London Legrand, sesi türlü formata sokabilmesiyle, davul setinin başındaki Scott Coogan'da sıradan partisyonların dışına taşmaya çalışmasıyla bu albümün iki sürprizi. Sixx ve Guns, Los Angeles rock tarihnin iki önemli figürü olamanın verdiği rahatlık ve deneyimle Brides'ı epey güzel bir dinleme deneyimine çevirmişler. Albümün tek handikapı fazlasıyla simultan, bir çırpıda yapılıvermiş hissi yaratması. Bu, normal şartlar altında (N.Ş.A.) çok takdir toplayabilecek bir özellik olabilecek iken Brides'da ne yazık ki sırıtmış. İkinci albümlerini merakla bekliyorum. [6]

BAD RELIGION - Empire Strikes First [2004]

Bad Religion
Empire Strikes First [2004]
Epitaph

Bad Religion, Amerikan punk müziğinin neredeyse 25 yıldır en önde giden, en aydınlık ve en tutarlı yüzlerinden biri. 11. stüdyo albümleri Empire Strikes First yaz ortasında piyasaya çıktı. Grubun herhangi bir albümünü dinlediyseniz yeni yapıtlarından neler beklyeceğinizi de az buçuk biliyosunuzdur. Greg Griffin'in politik, entellektüel ve çoğu zaman t-shirt üzerine baskı yapılabilecek kadar slogansı şarkı sözleri, yıllardır vazgeçmedikleri harmonik geri vokal tarzları, Brett Gurewitz'in üç akorun arka arkaya gelmesinden daha fazlasını bulacağınız besteleri. Sex Pistols sonrası İngiltere depresif post-punk gruplarını dinlerken okyanusun karşı yakasında Bad Religion underground Punk piyasasının altını üstüne getiriyordu. Kendi albümlerini yayınlamak için Brett'in kurduğu Epitaph şirketi, 90ların yeni punk patlamasının da çıkış noktası oldu (özellikle Offspring sayesinde). İşlerin büyümesi Bad Religion'a majör şirketlerden biriyle anlaşma yapma şansı tanıdı, ama grubun rehavete kapılması da bu döneme denk geldi. Hele Gurewitz'in Epitaph'la ilgilenmek için grubu bırakması kariyerlerinin en sıradan albümlerini yapmalaruyla sonuçlandı. Ardından tekrar birleşme ve Process Of Belief ile Bad Religion'ı Bad Religion yapan tüm özelliklerin bir arada olduğu yepyeni bir albüm geldi. Ve şimdi de Gurewitz- Griffin işbirliğinin yeni ürünü ESF. Sinister Rouge, Los Angeles Burning gibi hemen dilinize dolanan şarkıların yanında grup bir kaç yeni atraksiyon denemiş 2004 albümlerinde. Brooks Wackerman'ın davulları alışageldik Punk davullarının dışına taşmış örneğin. Sage Francis isimli sokak şairi "Let Them Eat War" da konuk (featuring de denebilir) olmuş ben pek sevmesem de yeni bir tad getirmiş BR müziğine.Grubu daha önce dinlememiş okuyucalara öncelikle "Suffer" ve "Recipe For Hate" albümlerini deneseler daha faydalı olacaktır bence. Bu albümü ise suya sabuna dokunmayan MTV punk'ından sıkılanlara, şarkı sözlerini ellerinde sözlük çözmeye çalışacaklara ve bir de George W. Bush'a ısrarla tavsiye ediyorum.
[8]

BACKYARD BABIES - Stockholm Syndrome [2004]

Backyard Babies
Stockholm Syndrome [2004]
RCA/BMG

Banka soygunu, uçak kaçırma, fidye vb. vakalarda rehinelerin, kendilerini rehin alanların duygularını anlama noktasına gelmelerine, onlara sempati duyma olaylarına Stockholm sendromu deniyormuş. İsveçli Backyard Babies yeni albümüne (aslında çok da yeni değil 2004 başında çıktı albüm) bu adı vermiş. Hard Rock artı Punk artı tam gaz adrenalin ve eğlence. Öyle uzun uzun anlatacak ulvi amaçlar, konseptler falan yok Backyard Babies'in müziğinde. Bunun yerine hayata dair küçük ve orta çaplı isyanlar, iyi vakit geçirmeye davetler, ufaktan aşk meşk konularıyla haşır neşir sözler, üç büçük dakika sınırını geçmeyen, lafı dönüp dolaştırmadan direkt yüzünüze söyleyen besteler ve ne yaptığını çok iyi bilen bir grup var. Pek çok eski tüfeğin günü yakalamak için yapmaya çalıştığı müziği Backyardçılar kendilerini zorlamadan tıkır tıkır işleyen bir düzenekle yapıyor. A song For The Outcast, Minus Calsius, Say When veya Everybody Ready'den herhangi birini dinlemeniz albüm geneli hakkında gerekli ipuçlarını verecektir. Her evde bulunması gereken, sabahları yataktan kalkma derdine deva olacak hem de arka bahçedeki suç ortaklarına sempati duymanızı sağlayacak bir albüm. [8]

AYREON - The Human Equation [2004]

Ayreon
The Human Equation [2004]
InsideOut

Fütüristik, kurgu-bilim hikayeler üzerine kurduğu rock-opera ve konsept albümlerle tanınan Arjen Lucassen, yeni çalışması The Human Equation'da bu sefer geçirdiği otomobil kazası sonucu komaya giren bir adamın (me(ben), olarak geçiyor konseptin içinde ve James Labrie'nin sesiyle hayat buluyor) iç dünyasıyla hesaplaşması, birer birer anılarını hatırlaması ve komadan çıkış yolunu aramasını konu alıyor. Albümdeki yirmi şarkının her biri bir günü anlatacak şekilde planlanmış. Adamımızın, eşi, en iyi arkadaşı ve babası gibi karakterler yanında çeşitli duygular da birer karakter olarak seslendirilmiş. LaBrie dışında, Lucassen, Saviour Machine'den Eric Clayton(performansı bence müthiş), Opeth'ten Mikael Akerfeldt(hem clean hem brütal vokalleriyle), Floor Jansen'in kardeşi Irene Jansen, Heather Findley(Mostly Autumn), stonercı The Quills'den Magnus Ekwall, Meksikalı Elfonia'dan Marcela Bovio(sesine hayran olacaksınız), Dead Soul Tribe ile gönülleri fetheden Devon Graves, Strapping Young Lad ve progresif solo projeleri ve prodüktörlüğüyle tanıdığımız Devin Townsend (öfke rolüyle kulaklarınızda hemen yer edecek), ve Shadow Gallery'den Mike Baker (tek bir şarkıda yer alıyor- Loser) karakterleri seslendirmiş. Arjen, her karakter için gerçekten çok doğru seçimler yapmış. Müzikal olarak progresif müziğin tüm tarihini çağrıştıracak yapıların, etnik enstruman desteğiyle folk müziğin, agresif vokaller ve distortion desteğiyle metalin ve tüm bunların yanında rock opera standartı düzenlemeleri ihtiva eden albüm kocaman bir dünya, uzunca bir yolculuk vaad ediyor. Buraya kadar bahsettiğim şeyler ilginizi çekiyorsa albümü hiç tereddüt etmeden edinmenizi tavsiye etmek zorundayım. Çünkü üzerinde ahkam kesmek yerine Human Equation'ı dinleyerek(ve okuyarak) sizin keşfetmeniz gerektiğini düşünüyorum. [9]

Sunday, June 3, 2007

POVERTY'S NO CRIME - The Chemical Chaos [2003]

Poverty's No Crime
The Chemical Chaos [2003]
InsideOut Music

InsideOut Avrupalı progresif rock-metal grupları için bir nevi kurtarılmış bölge, anavatan olma özelliğini uzun süredir koruyor. Poverty's No Crime da şirketin gözdelerinden biri, özellikle Avrupa piyasası söz konusu olduğunda. Değişken yapılı gitar riffleri ve tempolar üzerine kurulmuş klavye destekli, funk ve caz dokunuşlarını hissettiren bas gitarlı, arada popüler progresif düzenlemelere göz kırpmayı da ihmal etmeyen bir müziği var grubun. Müzikal yetenekleri gayet üst düzeyde elemanlardan oluşuyor grup doğal olarak. Özellikle Heiko Spaarman gerçekten çok iyi bir bas gitarist ve Chemical Chaos albümünde prodüksiyondan da dolayı çok ön planda. Vokal, Hard Rock'tan klasik heavy metal'e kadar sert rock'ın pek çok türü arasında gidip geliyor, ve bence grubun en büyük artısı vokal melodileri. Türün esas alıcısının büyük ölçüde Dream Theater fanları olduğunu düşünürsek DT'nin gölgesini Poverty's No Crime müziğinde zaman zaman görmek de mümkün. Bunun bir handikap olmadığı düşünmekle birlikte progresif müziğin tanımı gereği sınırlarının cetvelle çizilmemiş olması gerekiyor gibi geliyor bana. Bu açıdan Chemical Chaos kuralın bozulmadığı ama canınızı da sıkmayacak bir albüm. Klavyenin destekleyici değil de esas soundun içinde yer aldığı, sert gitar ve dolgun bas tonlarını progresif müziğin içinde duymaktan haz ediyorsanız, bi de üstüne bestecilik yönü kuvvetli bir grup olsun yemem yanında yatarım diyenlerdenseniz bu albüm sizi kendine bağlayacaktır.
[7]

poverty's no crime website

Orphaned Land - Mabool [2004]

Orphaned Land
Mabool [2004]
Century Media

İsrailli grup Orphaned Land, üçüncü albümünü Şubat ayının sonlarında yayınladığında açıkçası bu kadar iyi bir yapıtı kimse beklemiyordu. Durdular durdular ve tam onikiden vurdular hedeflerini. Mabool, çok farklı türlerin, kültürlerin ve dillerin kesiştiği, her zaman karşımıza çıkmayacak nitelikte bir albüm. Anlattığı hikaye (ayrıntıları röportajda) ekseninde dönen müzikal yapı yoğun olarak sinematik tatlar içeriyor. Metalin çok farklı türlerinden, Ortadoğunun birbirine düşman(!) insanlarının müziklerine ve enstrumanlarına, zıtlıkların birlikteliğinden ortaya çıkan uyum denebilir Orphaned Land'in en son çalışması için. Halk türküsü kıvamındaki bir şarkının altyapısında klasik caz etkili bir piyano, ya da oryantal melodiler üzerine brütal vokaller duymanız gayet normal albümde. Bahsettiğim "doğu-batı" sentezi yeni bir şey değil ama genelde yapıldığı gibi şarkının kenarına köşesine doğu melodileri ekleyerek "Aha bak ne güzel oldu hem oralı hem buralı" durumu yok bu albümde. Gerçekten üzerinde çalışılmış ne bir eksiği ne bir fazlası olan, sanatsal kaygıların ön planda olduğu bir çaba söz konusu. Şu ya da bu şarkı öne çıkıyor gibi kritikleri(mi)n baş tacı yorumlara hiç girmeden söylemeliyim ki Mabool bir bütün olarak düşünülmeli, öyle dinlenmeli ve hazmedilmeli. Süresinin uzunluğu, değişken yapının zorlayıcılığı sizi korkutmasın, ilginizi fazlasıyla hakediyor. Bayanlar ve baylar yılın en iyi albümlerinden biriyle karşı karşıyayız, çok geç olmadan en ön sıralarda yerinizi almayı ihmal etmeyin yoksa büyük tufan sizi de sularına katıp götürebilir. [9]



orphaned land@myspace

NOCTURNAL RITES - New World Messiah [2004]

Nocturnal Rites
New World Messiah [2004]
Century Media

Sanırım güçlü, hızlı, melodik, mutlu mesut metal (kısaca melodik power-speed metal diyelim) ile ilgilenen dinleyicilere Nocturnal Rites tanıdık gelecektir. Grubu tanıyan, arşivlerinde yer ayıranlar yeni albüm New World Messiah'ı da oldukça sevecekler. Baştan bunu söyleyerek girdim kritiğe çünkü böylesi gruplar için aslında çok da fazla söylenecek birşey yok. Sağlam prodüksiyon, akılda kalıp dilinize pelesenk olacak nakaratlar, hızlı davullar, eğlenceli solo gitarlar ve ses konusunda dudak uçuklatmaya muktedir vokalistler. Nocturnal Rites bahsettiğim tüm özelliklere sahip. Artısı var mı yok mu tartışılır. Fakat işlerini çok iyi yaptıklarını söylemeliyim. 2000 yılındaki Afterlife albümüyle gruba giren Johnny Lindkvist, vokalistlerin süper ligine bu albümle çıkıyor artık. Vokalin tür dahilinde ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu düşünürsek New World Messiah gayet kalitesi yüksek vokal partisyonlarına sahip diyebilirim. Lakin vokalistin yükselişine ayak uyduramayan Nocturnal Rites müziği, beste yapıları ve melodiler açısından fazlasıyla tahmin edilebilir ve kendisini tekrar eder halde. Doğulu melodilerin başrolde olduğu grubun progresif sulara açıldığı Egyptica gibi istisnalar hariç, her sayıda en az bir kere yazdığım gibi "ben bu melodiyi daha önce duymuştum" hissi bu albümde de mevcut. Mevzu bahis durum sizi rahatsız etmeyecekse, türü de seviyorsanız bu ay alacağınız albümlerin başında New World Messiah geliyor. Yok eğer türü sevmiyorsanız bu satıra kadar okumuş olmanız bile epey ilginç bir durum!
[6]


nocturnal rites website

CORNERSTONE - Once Upon Our Yesterdays

Cornerstone
Once Upon Our Yesterdays [2003]
Massacre Records

Malmsteen'in ülkemizi en son ziyaretinin belki de en güzel tarafı vokalleri üstlenen Doogie White'ı kanlı canlı seyredebilmiş olmaktı. Malmsteen'in kalbur üstü vokalistlerle çalışma içgüdüsünü takdir etmek gerekiyor sanırım. Bay White ile ilk olarak Rainbow'un son stüdyo albümü "Stranger In Us All" da tanışmıştık. Ardından Royal Hunt'ın bas gitaristi Steen Mogensen'le kurduğu Cornerstone'un albümleri gelmeye başladı peşpeşe. İlk albüm Arrival klasik rock'ın AOR yüzüyle haşır neşirken, bu satırları yazma sebebimim "Once Upon Our Yesterdays" yine klasik rockı ama bu sefer çok daha sert bir tarafını kendine mesken tutmuş. Rainbow'dan oldukça etkilenmiş albümdeki tüm bestelere imza atan Bay White ve Bay Mogensen. Şarkı yapıları, heavy metal kalıplarını zorlamadan akıp giden bir ana gitar riffi üzerine kurulmuş. Ana riff, Kasper Damgaard'ın tadını damakta bırakmaktan çekinmeyen gitar soloları ve ara nağmeleriyle desteklenerek şarkılara son halleri verilmiş anladığım kadarıyla. Hammond orgun zaman makinesi etkisi yaratan tınısını da yeri geldikçe kullanmışlar. David Coverdale, Ian Gillan ve Dio arasında varyasyonlar, hatta kombinasyonlar yapan bir vokal tarzı var Bay White'ın. Hem ses rengi hem de kelimeleri kullanma şekliyle pek çok vokal ekolünün izlerini duyabiliyorsunuz. Müzikal devrimler yapan albümleri aramaktan ve dinlemekten yorulduğunuzda yakında bir yerler olmasını isteyeceğiniz, bazılarının hala rüyaları olduğunu hissetmekten mutluluk duyacağınız, güçlü bestelerden oluşan bir yapıt "Once Upon Our Yesterdays".
[8]

Saturday, June 2, 2007

SOULFLY - Prophecy [2004]

SOULFLY
Prophecy [2004]
Roadrunner Records

Max Cavalera'nın Soulfly'ı yeni albümünü Prophecy adıyla yayınladı. Cavalera, Sepultura'nın son döneminde yavaştan hissettirdiği deneysel, etnik, tribal ve modern metal soundunu Soulfly adına yaptığı dördüncü albümde iyice ileriye götürmüş. 55 dakikalık kültürler arası seyahate hazır olan dinleyiclerin, baştan belirtmeliyim ki çok hoşuna gidecek bir albüm. Artık adımız gibi bildiğimiz Soulfly müziğinin karakteristik özelliklerine sahip Prophecy parçası açılışı yapıyor. Şarkının sözleri Bob Marley'in tüm dünyaya duyurduğu Rasta felsefesinden izler taşıyor (Max'in rasta inanışına olan ilgisi albümün kapağına kadar yansımış). Şarkıyı ilginç kılan özellik; bas gitarları Megadeth'ten Dave Ellefson'un çalıyor olması. Peter Gabriel'in Passion albümünden kısa bir pasajla (yanılıyor da olabilirim ama en azından diyebilirim ki Passion'ı çok andırıyor.) İkinci parça Living Sacrifice'a geçiliyor. Ardından gelen Execution Style ve Defeat U kısa, öz ama bir o kadar da vurucu şarkılar. Max 'in farklı aksanı sayesinde iyice agresifleşen parçalar, en sert dakikalarını oluşturuyor. Adını savaş tanrısı Mars'tan alan beşinci parça, Sepultura sevenleri de memnun edecek cinsten rifflere sahip. Hatta "Ashes To Ashes, Dust To Dust" sözleriyle Arise'a da küçük bir selam çakıyor. Lakin şarkı aniden kimlik değiştiriyor ve bir anda yavaşlayıp, ispanyol gitar sololu, Santana-vari bir hal alıveriyor. Bu da yetmiyor ritim tekrar değişiyor ve şarkı reggae sularına yelken açıyor(Bob Marleycilik oynamaya devam!) ve sona eriyor. Albümün ilk büyük sürprizi bu parça! Ama Max'in eteğinde dökülecek daha çok taş var. Mars'ın hemen ardından yine sert tınısıyla gazlı I Believe geliyor. Sert ritimlerin arasına yerleştirilmiş duygusal bölümler ve inanç mevzusuna takılan sözleriyle şarkı sıradanlıktan kurtuluyor.Bir sonraki şarkı Moses albümün esas bombası. Başlar başlamaz hallice bir dumur anı yaşıyorsunuz ardından reggae vokaller girince dumur ikiye katlanıyor (en azndan benim ki öyle oldu!) Max'in sesini duyunca rahatlıyor insan biraz ama yine de gerçekten "farklı" bir deneyim sizi bekliyor. Şarkıyı Reggae-metal diye tanımlayabilriz, eğer varsa böyle bir tür.Yoksa da hayırlı olsun artık var! Born Again Anarchist, In The Mean Time ve Porrada içerdikleri etnik, hatta ortadoğu ve Rio karnavalı çağrışımlı etkilere rağmen Moses'ın üzerine gayet iyi geliyorlar. Gayette güzel şarkılar. Sondan bir önceki şarkı, enstrumantal Soulfly IV. Akustik gitarları, Güney Amerika'ya özgü yerel çalgılarıyla kendinizi Buena Vista Social Club konserinde hissedebilirsiniz aman dikkat. Geldik bu multi-kültürel albümün son parçasına ki o da düzeni bozmuyor ve seyahat mantığını devam ettiriyor. Amerikalı Soul müziğin olmazsa olmazı bayan vokalleri, funky gitarlar eşliğinde duyduğumuz ilk bölümün ardından Meksika'da küçük bir kasaba bandosunun eşliğinde resmi törene ya da panayıra uzanıyoruz. Üç bölüme ayrılmış Wings parçasının sonunu da albümün başında bendenizin Passion'dan olduğunu iddia ettiğim pasaj getiriyor. Max Cavalera , çok alakasızmış gibi görününen ama belki de özünde aynı şeyleri anlatan müzikleri Soulfly bünyesinde bir araya getirmiş. Dinlemesi hem çok keyifli, hem de çok şaşırtıcı, algı kapıların(m)ızı epeyce hırpalayacak bir albüm. [8]

PINK CREAM 69 - Thunderdome [2004]

PINK CREAM 69
Thunderdome [2004]
SPV

Andi Deris'in Helloween'e katılmasının ardından Pink Cream 69'un vokal görevini devralan David Readman, iyi ki Deris gruptan ayrıldı da kendisini dinlemek bizlere nasip oldu dedirtecek performansına devam ediyor. Thunderdome, Avrupalı bir grubun Amerikalı türdeşleri gibi olmaya çalışmadan da başarılı bir Hard Rock yapabileceğini bizlere bir kez daha hatırlatıyor. Prodüktörlüğünü grubun bas gitaristi Dennis Ward'un yaptığı, klavyelerde 7. RSF de performansıyla aklımızı başımızdan alan Vanden Plas'ın tuşlu çalgılar sorumlusu Günter Werno'nun konuk olduğu albüm, PC69'un olgunluk çağını işaret eder bir havada. Thunderdome gibi marş kıvamında bir parçayla açılan albümde, grubun Sonic Dynamite albümünden Seas Of Madness'ın ruh ikizi Gods Come Together, Bon Jovi'nin akılda kalıcı nakaratlarına taş çıkaracak Here I Am, şimdiye kadar pek çok gruptan dinlediğimiz My Sharona coverı ve Dokken vari rifflerin havada uçuştuğu Another Wrong Makes Right öne çıkan şarkılar. Merak etmeyin geriye kalanlar da hiç boş şarkılar değil. Özellikle gitar partisyonlarının yetkinliği ve vokallerdeki çift ses kullanımının güzelliğiyle PC69'u dinlemek çok keyifli. Fazla söze gerek olmayan grubu tanıyanların zaten havada kapacağı, daha önce dinlememiş olanların da eğer rock'ın melodik yüzünden haz ediyorlarsa çok sevecekleri, tez elden eski albümlerinin peşine düşecekleri, kısaca pek güzel bir albüm.
[8]

Friday, June 1, 2007

MYSTIC PROPHECY - REGRESSUS [2003]

MYSTIC PROPHECY
Regressus [2003]
Nuclear Blast

Gus G. yeni nesil gitaristler içinde son bir kaç yıldır en çok göze batan isimlerin başında geliyor. Henüz 22 yaşında olmasına rağmen şimdiye kadar Firewind, Dream Evil ve "süper grup" Nightrage'in albümlerinde pena sallayan yetenekli gitarist, bir diğer grubu Mystic Prophecy'nin 2003 albümü "Regressus" ile bu ay kritik sayfaların bünyesinde kendine (yine) yer buldu. Bol Thrash riff'li, melodik, Iced Earth usulüne oldukça yakın duran, Power Metal sınırlarında dolaşan müziğiyle Mystic Prophecy, sağlam adımlarla Avrupa Metalinin önemli isimleri arasına girmek üzere. Yer yer metalin taçlı(!) kralları Manowar'ı anımsatan, ama sıkça Iced Earth'ün alameti farikası, Schaffer patentli gitar rifflerinin benzerleri, Regressus albümünün bel kemiğini oluştuyor. Gus G.'nin yanında Valley's Eve'inden tanıdığımız RD Dimitri (grupta isim kısaltmak konusunda bir takıntı var gibi, ne dersiniz?) de albümün sert, dolgun gitar tınısına cuk oturan agresif ve güçlü vokalleriyle dinleme keyfini ortalamanın çok çok üstüne taşıyor. Şarkı yapılarının ve vokal partisyonlarının birbirine benzer olması, ritimsel değişimlerin pek tercih edilmemesi, albümün zaman zaman sıkıcılaştırıyor gibi geldi bana. Lakin böyle anların bir çoğunda Gus G.'nin araya girerek attığı sololar dikkatinizi tekrar çekmek konusunda şaşırtıcı derecede başarılı. Lost In Time, Eternal Slave, Sign Of The Cross benim aklıma dinler dinlemez takılan şarkılar oldu. Asri zamanların trendlerinin pek prim vermediği bir türde müzik yapıyor Mystic Prophecy. Fakat yaptıkları müzikte çok tatmin edici sonuçlara ulaşıyorlar. Heavy Metal seven herkese. [8]

JET - GET BORN [2003]

JET
Get Born [2003]
Elektra Records

Safkan Rock'n Roll artı Glam çarpı Punk! Böyle bir formül ilginizi çeker mi? Cevabınız evetse Avustralyalı Jet sizi kendisine hiç zorlanmadan hayran bırakacak demektir. Rock'n Roll'un yeniden keşfi devam ediyor. Darkness'ın geçen senenin en konuşulan grubu olmasının ardından birer birer yeni müzisyenler arz-ı endam ediyor Rock alemlerine. Bu furyanın eli yüzü düzgün gruplarından biri olduğunu düşündüğüm Jet'in ilk albümü Get Born ülkemizde de piyasaya çıktı. Tepeden tırnağa eski usul rock yapan grubumuzun pikaplarında bolca Rolling Stones, Beatles, Iggy Pop, T-Rex, Sweet, Bowie ve AC/DC plakları dönmüş anlaşılan vakti zamanında. White Stripes'tan Jack White'ı andıran sesiyle Jet'in müziğinin bel kemiğini oluşturan Cameron Muncey ve üç arkadaşı bizlere eğlenceli, dolu dolu bir elli dakika vaad ediyor. Iggy Pop'un Trainspotting filmiyle tekrar hayat bulan Lust For Life'ının ritim yürüyüşünü kendilerine uyarladıkları Are You Gonna Be My Girl, Keith Richards-Mick Jagger bestesi olduğuna kalıbınız basacağınız Get What You Need ve Move On, Elton John'un yetmişli yılların başında Rock camiasında rüştünü ispatladığı piyano balladlarının reenkarnasyonu Look What You've Done, Angus Young'ın kulaklarını çınlatacak Cold Hard Bitch ve içinizi burkacak, yüreğinizi sızlatacak ballad Timothy albümün belli başlı şarkıları. Bir solukta baştan sona dinleyeceğiniz Get Born'un, tadı damağınızda yer edecek, devamını isteyeceksiniz. Benden söylemesi. [8]

IN FLAMES - Soundtrack To Your Escape [2004]

IN FLAMES
Soundtrack To Your Escape [2004]
Nuclear Blast

Melodik Death ve İsveç deyince ilk akla gelecek gruplardan biri olan In Flames, kendilerine okyanusun karşı kıyısına geçmeyi amaç edinmekte ısrarlılar anladığım kadarıyla. Değişim müzisyenler için oldukça çetrefilli, riskli bir konu. Aynı şekilde dinleyiciler/fanlar için de bu durum geçerli. Kendi adıma konuşmak gerekirse, yıllardır sevdiğim, hayatımın bir parçası haline gelmiş grupların müziklerindeki değişime ayak uydurmanın, onları anlamaya çalışmanın fan olma mantığının bir parçası olduğunu düşünmüşümdür hep. Bu konuda bana epey bir pratik yapma imkanı sağlayan sevgili Metallica'ya da RS mikrofonları aracılığıyla teşekkür etmek isterim. Değişim kelimesinin anlamını hakkıyla veren gruplardan biri de In Flames. Agresif ama melodik Death Metal müzikleriyle uzun zamandır hepimizi kendilerine hayran bırakan grup, son iki hatta üç albümdür Amerika pazarına açılma kaygısından mı yoksa saf müzikal tercihlerden mi bilemiyorum modern metale ve metal-core'a doğru hızlı adımlarla ilerliyor. Bu gidişatın son durağı Soundtrack To Your Escape de yeni takıntıları endüstriyel tonlar, elektronik altyapılar ve Marilyn Manson-Jonathan Davis arası clean vokallerden nasbini bolca almış. Sound olarakta gittikçe Amerikanlaşıyorlar. In Search For I ve Dial 595 Escape gibi yıllar öncesinin In Flames'ini hatırlatan şarkılarda bile bu oldukça belirgin. Doğru bir stratejiyle büyük satış rakamlarına ulaşacaklarını tahmin ediyorum. Hele şu anda Metal Hammer gibi dergilerin desteğini arkasına almış olmaları bu tahminin gerçeklik payını oldukça yükseltiyor. Hak etmiyor da değiller, bu kadar sabun köpüğü grubun arasında böylesi bir ticari başarıyı. Önyargısız dinlenilecek albümler sıralamasında bu sayıda ilk üçe girmeyi garantileyen "STYE", bence yılın en eli yüzü düzgün albümlerinden de biri. "Dava"yı satmış olduklarını düşünseniz de düşünmeseniz de. [8]

in flames @myspace

The Gathering - Sleepy Buildings [2004]

The Gathering
Sleepy Buildings - A Semi Acoustic Evening [2004]
Century Media

Psychonaut Records'a geçen The Gathering, eski plak şirketleri Century Media etiketli yarı akustik konser albümleriyle tekrar aramızda. Nijmegen, Hollanda'da verdikleri yarı-akustik konserlerin kayıtlarından oluşan Sleepy Buildings, son stüdyo çalışmaları Souvenirs haricindeki tüm Gathering diskografisini kapsayan öznel bir en iyiler toplaması şeklinde hazırlanmış. Oldukça sakin bir kalabalık önünde sakin sakin verilen konserlerin atmosferi, grubun zaten bir hayli depresif olan müziğine çok yakışmış. Aralarında grubun, "güzel" insan Annecke'siz albümlerinden The Mirror Water, Like Fountains ve Stonegarden'ın 2003 model akustik versiyonlarının ve daha önce yayınlanmamış Sleepy Buildings'in de bulunduğu 14 şarkı özenle çalınmış, tane tane kaydedilmiş. Vokal bir miktar önde ama söz konusu vokal Annecke'nin olduğuna göre buna kimsenin itiraz edeceğini sanmıyorum. Evrimleşen Gathering müziğinin vardığı son noktayı algılayabilmek adına oldukça başarılı bir yapıt. Bunun yanında, bir de tabi duygusal gel-gitler silsilesine maruz kalmış RS okurlarının, havalar daha da ısınmadan, baharın enerjisi içlerine işlemeden bir an evvel edinmelerinin farz olduğu bir albüm. Bahar çoktan içinize işlediyse bile siz yine de Sleepy Buildings'i edinip ihtiyaç anında, kolayca ulaşılabilecek bir yere koyun. Malum ne zaman ne olacağı hiç belli olmuyor şu hayatta. [8]

EDGUY - HELLFIRE CLUB [2004]

EDGUY
Hellfire Club [2004]
Nuclear Blast Records

Hammerfall ve Rhapsody gibi grupların vesilesiyle doksanlı yılların ikinci yarısını yoğun melodik Power-Speed ataklarıyla geçirdik. Yeni bin yılla birlikte kendini tekrar etmeye dönüşen bu çıkış, plak şirketlerinin kasalarını doldurmasıyla iyice geri plana itildi gibi görünüyor. Fakat bu geri itilme durumu sayesinde türün parlayan yıldızları kendilerine farklı çıkış noktaları yaratarak/bularak müziklerini bizlere ulaştırmaya devam ediyorlar. Mevzu bahis dönemin en önemli gruplarından Edguy'ın yeni albümü de bu tarz bir çıkış noktası yakalamış kendine. Power metalin melodik gitarlarının yanına "Hellfire Club" albümünde, çok sıkı riffler ve sololarla bezenmiş gayet heavy bir gitar kullanımı eklenmiş. Tobias Sammet'in akıllara durgunluk veren vokal performansı (hem bestecilik, hem de sesini kullanma bakımından) ile birleşince "ölümcül" bir sonuç çıkmış ortaya. Yılardır çok iyi olmalarına rağmen hep birşeylerin eksik olduğu albümler çıkaran grup, bu sefer sanırım Sammet'in de tüm konsantresini Edguy'a yoğunlaştırmasının yardımıyla mükemmel (çok iddialı oldu ama gerçekten öyle) bir albümle karşımıza çıkıyor. Play tuşuna basar basmaz yüzünüze sıkı bir yumruk gibi patlayan Mysteria, sert Primal Fear-vari(dolasıyla Judas Priest'ten yadigar) ana riffiyle Edguy'ın yeni çizgisine dair en sağlam kanıtı sunuyor kulaklarınıza. Ardından albümün süre bakımından en uzun parçası Piper Never Dies geliyor. Orta tempolu, progresif tadlar da barındıran parçada öyle bir nakarat melodisi var ki şarkı boyunca duymak için sabırsızlanıyorsunuz. We Don't Need A Hero, Kai Hansen okulu mezunu tüm Alman grupların yapmaktan çok zevk aldığına kanaat getiridiğim bestelerden biri. Bildik yapısına rağmen hiç kulağa batmıyor. İlk üç şarkıda dozu iyice azalmış görünen klavyeler, dördüncü parça Down To The Devil ile öne çıkıyor. Edguy tarzını yansıtan parça, Sammet'in vokallerinin lokomotifliğinde albümün en akılda kalıcı dakikalarından birini yaşatıyor dinleyiciye. Albüm öncesi piyasaya çıkan EP sayesinde dinlediğimiz King Of Fools, Edguy'ın yine farklı bir yüzünü ortaya koyuyor. Hafif endüstriyel tonların, vokal efektlerinin kullanıldığı şarkı, nakaratlar ile beraber Edguylaşıyor tekrar. Bana biraz ticari kaygıların sonucu yapılmış gibi geldi. Kız arkadaşlara yapılacak karışık kaset yada CDlerin demirbaşı olmaya aday, klasik power ballad kıstaslarının hepsini yerine getiren Forever'ın peşi sıra gelen Under The Moon tekar heavy metal sularına döndürüyor albümün rotasını. Değişken riff yapısına dikkat. Lavatory Love Machine, espirili sözleri, Hard Rock çağrışımlı gitarlarıyla albümün en eğlenceli şarkısı sanırım. Rise of the Morning Glory ve Navigator, albümün artık sonlara doğru iyice alışmaya başladığımız, Edguy etiketini duyar duymaz yapıştıracağınız yüksek kaliteli heavy şarkılar. Albümün normal şartlar altında (N.Ş.A. :)) son parçası, The Spirit Will Remain, Babelsberg Film Orkestrası eşliğinde kaydedilmiş. Film müziği olarak (mesela Braveheart gibi destansı bir filmde) kullanılsa Sammet'i Hollywood'un aranan bestecilerinden biri yapabilecek güçteki şarkı kapanışa da çok yakışmış. Albümün sadece ilk baskısında yer alacak iki de bonus şarkı mevcut elimdeki kopyada. Mysteria'nın Kreator Mille Petrozza'nın konuk olduğu versiyonu ve Children Of Steel. Uzun bir kritik oldu, umarım şarkı şarkı anlatmak konusundaki ısrarımla sizleri baymamışımdır. Anlatmak istedim, çünkü dinlerken gerçekten heyecanlandığım, son zamanlarda dinlediğim en güzel albümlerden biri Hellfire Club!
[9]

DAMAGEPLAN - NEW FOUND POWER [2004]

Damageplan
New Found Power [2004]
Elektra Records

Cowboys From Hell, Vulgar Display Of Power ve Far Beyond Driven gibi metalin başucu albümlerini yayınlamış bir grubun, Pantera'nın, küllerinden doğan Damageplan, beklenen albümünü nihayet piyasaya çıkardı. Pantera'nın özgün soundunu yaratan temel taşlardan gitarist Dimebag ve kardeşi davulcu Vinnie Paul'un yanlarına vokalde Rob Halford'un solo albümlerinde gitar çalan Patrick Lachman'ı, basta da Bob Zilla'yı (evet sanırım uydurma bir isim!) alarak kurdukları grup, modern metal olarak adlandırabilceğimiz bir sounda sahip. Agresif, karanlık, zaman zaman depresif duyguların dışavurumu olarak tanımlayabileceğim Damageplan müziği, Pantera'nın mirasını da tepe tepe kullanıyor. Dimebag'in eşine az rastlanır gitar tınısı ve tekniği ufak tefek farklılıklar dışında hala yerli yerinde. Sadece nu-metal kulvarının sıkça başvurulan klişe gitar partisyonları da grubun sounduna dahil edilmiş. Vinnie Paul'un gümbür gümbür davulları her zamanki gibi insanı yerinde oturtmayacak cinsten. Damageplan müziğinin esas farklı olduğu nokta vokaller. Lachman'ın hırlama, yırtınma, fısıldama arası gidip gelen, gerektiğinde alabildiğine melodikleşebilen vokalleri albümün bence en büyük sürprizi. Phil Anselmo'yu aratıyor mu orasına ben de karar veremedim açıkçası. Ama Damageplan'i yeni bir grup olarak değerlendirirsek Lachman gerçekten çok başarılı. Albümde, Crawl, Fuck You, Cold Blooded gibi Pantera ekolünü sürdüren şarkıların yanında, Save Me, Blink Of An Eye gibi daha ticari şarkılar da mevcut. New Found Power'ın bir diğer sürprizi de sona saklanmış. Soul Bleed adlı parça akustik gitarları, Alice In Chains'i hatırlatan vokalleri, Zakk Wylde'ın konuk olduğu gitar solosu ve orkestral düzenlemeriyle grubun isterse neler yapabileceğini cümle aleme gösteriyor. Damageplan, Pantera-zede iki kardeşin "yeni buldukları güçle" müzik yapmaya devam ettikleri nurtopu gibi bir grup. Yaptıları müzik Pantera'nın çizdiği rotanın bir devamı niteliğinde. Kayıtsız kalınmayacak kadar kaliteli, önyargısız dinlenecek kadar başarılı. [7]


-- buraya şöyle bir dip not eklemekte fayda var sanırım, R.I.P. Dimebag! malum bu kritik yazıldığı tarihte kendisi henüz hayattaydı..

AXENSTAR - FAR FROM HEAVEN [2004]

Axenstar
Far From Heaven [2004]
Arise Records

Müziğe Powerage adıyla başlayan grup, 2001 yılından beri Axenstar olarak kariyerini sürdürüyor. Far From Heaven albümü Axenstar'ın, ilk albümün ardından geçen iki yıl içinde şarkı yazımı ve prodüksiyon konusunda kendilerini bir üst basamağa taşıdıklarının sesli kanıtı. Vokal ve klavyelerden sorumlu Magnus Winterwild (aslında Magnus Eriksson), kendini en çok geliştiren eleman olmuş grupta. Melodik Power/Speed Metalin klişe vokal tarzını Far From Heaven'da çok daha özgünleştirerek kullanıyor. Sesi ve aksanı bana 80lerin Avrupalı synth-pop gruplarını özellikle de Alphaville'i hatırlattı (en çokta kendi bestesi Northern Sky'da). Blind leading The Blind, Abondoned ve Children Of Forlorn gibi her eve lazım şarkılar yanında az da olsa "filler" diye ecnebilerin tanımladıkları, albümü tamamlamak için yapılşmış izlenimi veren şarkılar da Far From Heaven'da mevcut. Gelecekte çok daha iyi olmaya aday Axenstar'a, gitar-Klavye ağırlıklı Power-Speed'den haz edenlerin ve Sonata Arctica, Stratovarius gibi türün "duayenlerini" sevenlerin bir göz atması faydalı sonuçlar yaratabilir. [6]

axenstar website

AVENGED SEVENFOLD - City Of Evil [2005]

AVENGED SEVENFOLD
City of Evil [2005]
Warner Bros.

Warner Bros. gibi büyük bir şirketin şemsiyesi altına giren her grubun, şirket için yapacağı ilk albüme ihtiyatla yaklaşmak gerektiğini düşünüyor insan. Nelerden ne kadar taviz verilmiş kestirmek güç oluyor. Waking The Fallen albümü ve sonrasında konserlerin de etkisiyle takipçilerinin sayısını iyiden iyiye arttıran Avenged Sevenfold, daha geniş kitlere ulaşması amaçlanan 2005 albümü City Of Evil’de sanırım Warner Bros çalışanlarını epey şaşırtmış. Çünkü 70 dakikalık bir albüm beklediklerini hiç sanmıyorum. Avenged Sevenfold, yükselen post hardcore-metalcore piyasasının yaygın özelliklerini taşıyan bir grup olarak çıkmıştı karşımıza ilk olarak oysa bu “uzun” albümde, beste formlarından şarkı düzenlemelerine, vokallerden, grup elemanlarının dövme sayılarına(!) kadar pek çok fark göze ve kulağa çarpıyor. Öncelikle grubun imajı gotik duygusal çocuklardan, vücütları dövme ile kaplı, sert bakışlı, bıçkın delikanlılara dönüşmüş. Pek çok dergi imajlarını Guns’n Roses’la kıyaslıyor. Çok iyi melodiler, çok sağlam bestelerden oluşan kendi tarzını yakalamaya çok yaklaşmış bir albüm City Of Evil demeyi isterdim ama ne yazık ki Avenged Sevenfold, ellerindeki malzemeyi iyi değerlendirememiş. Çok iyi müzisyenlerden oluşan, averajın çok üstünde besteler yapan, fiziksel özellikleriyle genç kızların sevgilisi olamayı baştan garantileyen grup, dağınık bir albümle ortaya çıkmış. Sanki aklı başında, ne yaptığını çok iyi bilen bir prodüktöre ihtiyaçları varmış gibi geldi bana. Şarkıları derleyip toparlayacak, belki biraz töpüleyecek birine. Tüm bu söylediklerimden City Of Evil’in kötü bir albüm olduğunu çıkarmanızı istemem. Modern metalden kaçmayan herkesin en azından bir kez olsun kulak kabartması gereken bir yapıt var elimizde. Hatta hazır bu albümü ararken bir önceki çalışmaları ve bu satırların yazarının favorisi Waking The Fallen’a da bir kulak kabartırsınız belki. [6]

KORN - See You On The Other Side [2005]

KORN
See You On The Other Side [2005]
Virgin-EMI/Kent

KoRn, 4-5 yıl öncesine göre, yani daha az heyecan yaratan albümler çıkarmaya başladığından beri göreceli de olsa düşüşe geçti. Göreceli diyorum çünkü albüm satışları hala her hangi bir modern metal grubuna göre epey yüksek lakin yarattıkları KoRn jenerasyonu yaşça büyümeye başladığından beri gruba gösterilen ilgi azalmakta. Popülerliklerinin kan kaybı Amerika’da süre dursun, özellikle geçen seneki Rock’n Coke festivalinde sahne almalarından beri Korn’a olan ilgi Türkiye sınırları dahilinde gittikçe yükselmekte gibi geliyor bana. Dream TV’de sürekli klipleri dönüyor, albümleri her zaman müzik marketlerde rahatça bulunabiliyor. Neyse bu durum değerlendirmesi safhasını geçelim ve 2005 sonunda çıkan yeni KoRn albümden bahsedelim. İlk önce MTV’de yayınlanmak için illa zenci bir rapper mı olmak lazım sorusuna evet cevabını verdirecek kadar çok klibi dönen Twisted Transistor ile başlayalım. Klipte oynayan ünlü isimler ve şarkının gerçekten akıllıca kotarılmış prodüksiyonu sayesinde şarkı, KoRn’un uzun zamandır (Follow The Leader’dan beri) beklediği “hit” oldu. Albüm de bu şarkıyla açılıyor. Gerçekten bence de KoRn’un en iyi şarkılarından biri olabilir. Albümün geneline yayılan ve prodüktörler The Matrix ve Atticus Ross’un elinden çıkma sound bu şarkıda hemen kendini hissettiriyor. Bir makineden geçirilerek filtrelenmiş gibi tınlayan albümde, davul ve bas tonları müzik piyasasında KoRn gibi popüler isimler de duymaya şaşırtacak kadar az kulak dostu (bir önceki albümden neyse ki daha iyi). Albümün Twisted Transistor ile beraber kulağa ilk anda çarpan şarkıları; Hypocrites, Love Song ve albümün kapanışını yapan Tearjerker. Özellikle Tearjerker standart KoRn formlarından epey uzak, depresif havasıyla albümdeki en iyi şarkı olmaya namzet. Ne zamandır KoRn albümlerinde duymaya alıştığımız elektronik-endüstriyel hava devam ediyor ama alıştığımızdan mıdır bilemiyorum bu sefer gayet güzel geliyor. Albümü KoRn’dan zaten hiç zevk almayan biriyseniz sevmeniz yine çok zor gibi görünüyor. Çünkü grubu sevme/sevmeme nedeniniz olan tüm numaralar fazlasıyla See You On The Other Side’da da yerli yerinde. KoRn gibi kitleleri peşinden sürekleyebilmiş bir grubun hedef şaştığı yıllar sanırım artık geride kalıyor, artık daha ne yaptığını bilen bir grup var karşımızda. Bunun sebebi belki yaşalarının ilerlemesi, belki de Brian Welch’in ansızın “aydınlanarak” hak yoluna düşmesi ve gruptan ayrılması olabilir. Ama sonuçta sevseniz de sevmeseniz de ne yaptığıyla ilgilenmekten çekinmemeniz gereken gruplardan biri KoRn. Bu arada bir de artık Jonathan Davis, gayda çalmayı bıraksa daha iyi oalcak gibi geliyor bana, çünkü tüm esprisini kaybetmiş görünüyor gayda numarası.[7]

COHEED AND CAMBRIA - Good Apollo I’m Burning Star [2005]

COHEED AND CAMBRIA
Good Apollo I’m Burning Star
[2005]
Columbia/Sony BMG

Coheed & Cambria, ilginç bir grup. Progresif rock ile günümüz emo/punk’ını birleştiren bir müzik yapıyorlar. Şarkı sözlerini Coheed adlı kahramanla, Cambria adlı kötü karakterin mücadelesi üzerine yazıyorlar ve şimdiye kadar yaptıkları tüm albümler bu ikilinin mücadelesini anlatıyor. Good Apollo hikayenin finalinin ilk bölümünü oluşturuyor. Claudio Sanchez’in ilginç sesi ve kaleminden çıkma şarkılar bir ucuyla Rush gibi progresif gruplara (hatta arada Pink Floyd’a, mesela Final Cut(?!) adlı son şarkı), diğer ucuyla da My Chemical Romance gibi punk gruplarına dokunuyor. Arada Amerikan folk’una göndermeler yaparlarken, sert gitar riffleri de kullanmayı ihmal etmiyorlar. Yani ilgiye takip etmeye muktedir bir grup var karşımızda. Özellikle şarkı sözlerini okumadan dinleme keyfini tam çıkaramayacağınız albümler yapan grup, 2000’li yılların progresif rock’ını ufak ufak yerine oturtuyor da diyebiliriz. sanırım son birkaç yıl içerisinde çıkan albümlere bakarsak, Coheed’e en yakın duran grup Mars Volta. Eğer bu kritikte adı geçen her hangi bir grubu ya da türü seviyorsanız, Good Apollo I’m Burning Star’ı edinmenizi hararetle tavsiye ediyorum. [8]