Monday, August 20, 2007

ALLHELLUJA - Pain Is The Game [2006]



Allhelluja
Pain Is The Game [2006]
Scarlet Records

Danimarka’lı Hatesphere’in vokalisti Jacob Bredahl’in grubu Allhelluja, ikinci albümü Pain Is The Game’i Eylül ayında yayımladı lakin dergimiz sayfalarında kendilerine yer vermemiz gördüğünüz üzere epey bir zaman aldı. Geç ve de güç olsa da albüm hakkında birkaç kelam etme şansımız oldu neyse ki diyerek esas konumuza geçelim. Öncelikle eğer death metal ve rock’n roll melezi müzikleri seviyorsanız (bkz. Entombed) (bkz. President Evil) bu albümü gördüğünüz yerde edinmelisiniz demeliyim. Kirli, çürük ve sert bir sound, müthiş bir albüm kapağı ve “Superhero Motherf**ker Superman” gibi mizah yüklü(!) şarkı isimleri ilk göze (ve kulağa) çarpan özellikler Pain Is The Game’de. Avrupa metal basınından tam destek alan grubun albümü, kısır yaratıcılık çırpınışlarıyla daha da derine batan metal piyasasında kafasını suyun üstünde tutmayı başarabilmiş bir çalışma olarak değerlendirmek mantıklı olacak. Denemekte fayda var efendim..
[8]

INTO ETERNITY - Scattering Of Ashes [2006]

Into Eternity
Scattering Of Ashes [2006]
Century Media

Bir önceki albümleri “Buried In Oblivion” ile akılları başlardan alma maharetini gösteren Kanadalı grup Into Eternity, yeni albümünü sonbaharla beraber yayınladı. Dergimizin en göze batan ilk 20 albüm listesine de dahil etmekten çekinmediğimiz albüm yine standartların epey üstünde bir müzikal yapı ve işçilik taşıyor. Progresif ekstrem müzik olarak tanımlama isteyeceğim (ve tanımlayacağım) tür dahilinde müzik yapan grubun, geçen ay yine bendeniz tarafından kritiği yazılan Mercenary ile epey fazla ortak noktası olduğunu da belirtmeden geçmek istemem. Farkları daha teknik bir güzergah izlemeleri. Hatta bu “teknik olma” takıntıları sanki yeni albüm Scattering... ‘in de bir miktar kuyusunu kazmış gibi geliyor. Fazlasıyla dolu, şaşırtıcı, farklı türleri bir araya getirmeye yeminli ve “teknik” bir müzik yapma niyetine sahip grup, bu yeni albümle sanki işin özü olan “ruh” kısmını, bazı “teknik” sebeplerden dolayı ikinci plana atmış gibi geldi bana. Bu durumda da fazlasıyla mekanik bir müzikal yapıya sahip bir albüm ortaya çıkmış. Her ne kadar dünya çapında neredeyse tüm dergi ve webzine’lerden yüksek notlar alan albüm, meraklıları için bulunmaz bir nimet olsa da, bahsettiğim “teknik arıza” yüzünden bir başyapıt olabilecekken fırsatı fena halde kaçırmış bir albüm Scattering Of Ashes.
[6]

Sunday, August 5, 2007

HaBeR: Anthrax yine vokalist arıyor

Corey Taylor, Anthrax'ın yakında kaydedilmesi planlanan yeni albümünde vokal yapmayacak. Taylor'ın yoğun programı yüzünden Anthrax yeni albümlerinde vokal yapacak yeni bir isim aramaya tekrar başlamış.
Bu yeni isim kim olacak henüz belli değil ama bendenizin "oy"u John Bush'un gruba geri dönmesine. 1992-2005 arası yayımlanan Anthrax albümlerinde vokal yapan Bush, hatırlayacağınız üzere Armored Saint'ten Joey Belladonna'nın yerini doldurmak üzere Anthrax'a geçmişti.

Wednesday, August 1, 2007

HaBeR: As I Lay Dying yeni albüm yolda


Killswitch Engage'in "deli" gitaristi Adam D. ve vokalist Tim Lambesis tarafından kayda alınan yeni As I Lay Dying albümü An Ocean Between Us 27 Ağustos'ta Avrupa'da piyasaya çıkıyor.

Grubun plak şirketi Metal Blade internet sitesinden albümden Within Destruction adlı bir şarkıyı dinleme ve AILD hediyeleri kazanma şansı sunuyor bizlere.
bir göz atmak için tıklayın
grubun myspace sayfası için: myspace.com/asilaydying

IGNITE - Our Darkest Days [2006]

Ignite
Our Darkest Days [2006]
Century Media

Her ne kadar bu satırların yazarı Ignite’ın farkına bu yaz varmış olsa da grup 1995’den bu yana müzik yapıyor. İlk iki albümleriyle Avrupa’da epey tanınan grup, 2000 yılından bu yana suskundu. Yeni bir plak şirketi (Amerika için Abacus Rec. ,Avrupa için CM) ve Motörhead, Social Distortion gibi isimlere prodüksiyonlar yapan Cameron Webb desteğiyle(ve de sanırım gazıyla) Our Darkest Days’i kaydeden grup açıkçası bu yılın en heyecan verici albümlerinden birini yaratmayı başarmış. Grubu dinler dinlemez ilk kulağınaza çarpacak şey vokalleri üstlenen Macar asıllı Zoli Teglas’ın ses rengi ve tarzı. Offspring’den Dexter Holland’ı bazı anlardaysa SOAD’dan Serj Tankian’ı ve hatta Scorpions’ın Klaus Meine’sini hatırlatan bir ses rengine sahip Zoli. Sesinin geniş spektrumunu oldschool hardcore’un gırtlak numaralarına ve Bad Religion-vari Punk vokallerine rahatlıkla uyarlayabilen vokalist, başta Bleeding, Poverty For All ve Slowdown gibi şarkılar olmak üzere albüm boyu sizi (ve kulaklarınızı) kendine esir ediyor- ki bu esarete gönüllü olmamak pek de elde değil gibi. Grubun bir önceki albümünde de yer alan, U2’nun vokalistleri Bono’nun yan uğraşı haline henüz gelmediği günlerinden yadigar, -politik rock şarkısı nasıl yazılmalı- dersi veren Sunday Bloody Sunday coverı Ignite’ın ne kadar sağlam icracılar/müzisyenler olduklarının da kanıtı. Politik şarkı sözleri bakımından Ignite’ın da bu arada hakkını yememek gerek. Her türlü “sözde” özgürlükçü ama içten içe baskıcı ve totaliter rejime karşı duran, neredeyse Rage Against The Machine hatılatacak kadar slogan olmaya yatkın şarkı sözleri, ne dediğini gayet iyi bilen bir grup olduklarını ve “karşı-duruş” larını açıkça ortaya koyuyor. 11 punk/hardcore marşı, bir akustik ballad ve bir de coverı barındıran albüm kapınışı sürpriz bir “bonus” ile yapıyor. Bu yazıyı okuduktan sonra bu albümü edinip bir de bu satırların yazarı kadar zevk alırsanız, size hemen bir de önceki albümleri A Place Called Home’u tavsiye etmekten kendimi alamayacağım.
[9]

MERCENARY - The Hours That Remain [2006]

Mercenary
The Hours That Remain [2006]
Century Media

Bir önceki albümleri “11 Dreams” ile Rock Station ekibinin favori gruplarından biri haline gelen Danimarkalı Mercenary, hatırlarsanız, finansal sorunlar nedeniyle ertelenip yabancı gruplar olmadan gerçekleştirmek zorunda kaldığımız RSF 8’in konuklarından da biri olacaktı. Grup, “11 Dreams” ile tutturduğu sert, progresif,çok katmanlı ve güçlü müziklerine, yeni albüm “The Hours That Remain” ile kaldıkları yerden devam ediyor. Tek farkla, agresif vokalleri de üstlenen bas gitaristleri Kral’ın eksikliğiyle. Onun yokluğunda vokaller bakımından daha da melodikleşen grup, dinleyicilerini fazla da şaşırmamak için olsa gerek Heaven Shall Burn’den Marcus Bischoff’u ve Soilwork’ün Bjorn “Speed” Strid’ini konuk etmiş yeni albümde. Hatesphere’den Jacob Hansen’in açıkçası mükemmel demekten çekinilmeyecek prodüksiyonu ve Travis Smith’in kapak tasarımıyla yeni Mercenary albümü, bu yılın sonunda yapılacak “yılın albümleri” değerlendirmelerinde ilk onda kendine rahatlıkla yer bulabilecek kadar iyi. Üzerinde fazla söz etmek yerine en kısa zamanda albümü edinip tadına varmanızı tavsiye ederek, çekiliyorum huzurlarınızdan.
[8]

SARALEE - Darkness Between [2006]

SaraLee
Darkness Between [2006]
Firebox Records

Neredeyse altı yıldır aktif olan Fin grup SaraLee, ilk albümünü piyasaya çıkartmak için bu yaza kadar beklemiş. Firebox gibi daha ekstrem türlerde ürünleri yayınlayan bir şirketten, Gotik görünümlü, melankolik, ucundan kulağından da Rock’n Roll sınırlarını(ve tavırlarını) zorlayan bir albümün çıkmış olması epey ilginç geldi bendenize. Hala bir “trend” olduğu varsayılan, HIM, To/Die/For, Entwine ayarında bir müzik yapıyor SaraLee. Ama ne yazık ki ne prodüksiyon bakımdan benzerleri/rakipleri kadar görkemli bir işe imza atmışlar, ne de vokalistleri Joonas’ın sesi benzerleri kadar içinize işleme potansiyeline sahip. Açıkçası bana gayet amatör bir grup izlenimi verdiler. Halbuki gerek albüm kapağı gerek grup adı çok daha iyi ve yeni numaralar içerecekmiş intibasını bırakır gibiydi. Ama yanılmışım. Albümde ilgi çeken tek yaratıcı öğe her şarkı için akıllıca melodiler ve soundlar yakalamış Arzka’nın klavyeleri. Gerisi fena halde bildik sularda yüzüyor.
[4]

STONE SOUR - Come What(ever) May [2006]

Stone Sour
Come What(ever) May [2006]
Roadrunner Records

Slipknot’ın iki maskeli adamı, Corey Taylor ve Jim Root’un, maskelerini “düşürdükleri” albüm olarak epey sükse yapmıştı ilk Stone Sour albümü. Corey’in Slipknot öncesi amatörce uğraştığı ilk grubuydu Stone Sour ve Roadrunner Records’un akıllı manevrası sayesinde bir anda profesyonelliğe terfi etmişlerdi. Aradan birkaç yıl ve bir Slipknot albümü geçti ve Stone Sour tekrar aramızda Come What(ever) May albümüyle. Albümün adı Baz Luhrmann pop-kabare filmi Moulin Rouge (Kırmızı Değirmen)’un meşhur repliğini hatırlatıyor olsa da ilk bakışta, müzikal içeriğin filmle yakından uzaktan alakası yok haliyle. Aynı şekilde herhangi bir Inside-Out etiketli progresif albüm kapağıymış gibi duran kapak tasarımının da albümün içeriğiyle açıkçası pek de bir alakası yok bana göre. E peki nedir bu albümün içeriği derseniz, cevap; bir ucu Seattle’ın Grunge patlamasının söz-beste formlarına diğer ucu 2000’lerin başındaki Nu-Metal klişelerine dayalı, iyi icra edilmiş, iyi kaydedilmiş, iddialı ve içten olduğu izlenimi veren şarkılar olacaktır. Corey Taylor modern metal için açıkçası kabul etmeliyiz ki gayet önemli bir figür, bir rol-model. Slipknot’ın başarısının ardındaki önemli etkenlerden biri (maskeler(!) ve Joey Jordison ile beraber). Ama yine de Stone Sour için yaratılan heyecan silsilesinin sadece plak şirketlerinin güzel, şirin ve para kazandıracak bir oyunu olduğunu düşünüyorum. Neredeyse 5-6 yıl önce bu türde ürün veren ve “çok-satan” grupların bile icra etmeye çekindikleri, artık neredeyse hiçbir şekilde satmadığı düşünülen bir tür üzerine gidiyor Stone Sour. Her ne kadar gayet kalbur üstü bestelerden oluşsa da, epey iyi satış grafikleri çizecek olsa da, artık kimsenin Come What(ever) May gibi bir albüme ihtiyacı yok. Stone Temple Pilots kataloğundan çıkmış gibi duran Sillyworld, zekice numaralarla sıradanlıktan kurtarılmış Your God ve içinize işliycek nakaratıyla Socio gibi birkaç istisnai şarkı hariç.
[5]

HaBeR: Duskfall yeni albüm

İsveçli melodik death/thrashçiler yeni albümlerini sonbaharda yayımlıyor. En son Lifetime supply of Guilt ile karşımıza çıkan Duskfall , epey can yakmıştı hatırlarsanız. Bir eleman değişikliğiyle yoluna devam eden ve bas gitara Matti Jarnel'i alan grubun yepisyeni albümünün adı The Dying Wonders Of The World. Daniel Bergstrand ve Michael Hahne tarafından kaydedilen yapıt yine grubun uzun süredir calıştığı Nuclear Blast etiketiyle yayımlanacak.


açıklanan şarkı listesi:
01. Paradises into Deserts
02. The Wheel and the Blacklight
03. Deep in Your World
04. Some More Sin on My Burden
05. Shadows and Cancer
06. Bring Us Your Infected
07. The Option and The Poison
08. Sealed with a Fist
09. I've Only Got Knives for You

albümden şarkılara kulak kabartmak için tıklayın.

UNEARTH - III: In The Eyes Of Fire [2006]

Unearth
III:In The Eyes Of Fire [2006]
Metal Blade

Bundan iki üç yıl önce yeni akım Amerikan Heavy Metal’i (NWOAHM) adı ortaya atıldığında Chimaira, Killswitch Engage ve Lamb Of God ile beraber türe dahil edilen, geleceği parlak olacak denilen gruplardan biriydi Unearth. Massachusetts çıkışlı topluluk, yine bir Ağustos ayında yayınladıkları Oncoming Storm adlı albümleriyle kendilerine reva görülen tanıma gayet uygun bir biçimde başarılı işler çıkarttı bugüne kadar. 2006 yapıtları için yanlarına Pantera soundunu yaratan isimlerden biri olan prodüktör Terry Date’i de alarak yola çıkan grup, geçtiğimiz ay raflarda yerini gururla alan 3. albümlerinde de, kendini bitirmeye yeminli gibi görünen metalcore türünün sınırları dahilinde, thrash ve melodik death’in pek çok olmazsa olmasızını yaratıcılık dolu bir edayla müziklerine kattıkları şarkılar yapmaya devam ediyor. This Glorius Nightmare ile başlayan sonik saldırı, hızından, dinamizminden, gaz riffler arasına serpiştirilmiş “breakdown” larından bir nebze olsun kaybetmeden son şarkıya kadar devam ediyor. Son şarkı, “Big Bear And The Hour Of Chaos” ise albümü ağızda farklı bir tat bırakarak bitirmeye niyetlenmiş grubun diğer şarkılara göre epey dinginleştiği bir enstrumantal. “Giles” ilginç sözleri ve müthiş gitar atraksiyonlarıyla albümün en göze çarpan anları olarak eğer grubu daha önce dinlemediyseniz, ilk dinlemeniz gereken şarkı olmalı gibi geldi bu satırların yazarına. Bu arada Alman Thrash’ine selam çakan “Sanctity of Brothers” da epey ilginizi çekebilir söylemedi demeyin. Tepeden tırnağa özen ve yetenek dolu bir albümle, gelip geçici trendler etkisini kaybettiğinde bile sapasağlam ayakta kalabileceğinin işaretlerini veren bir albüm kaydetmiş Unearth. Bize düşen ise yine bu sayıda kritiği edilen pek çok iyi albüm gibi “III: In The Eyes Of Fire”ın da tadını çıkarmak sanırım.
[8]